ÖĞRETMEN KOCASI OLMAK

ogretmen-kocası-olmak

Doğrusunu söylemek gerekirse kendim kaşındım. Aslında karım güzel güzel İnsan Kaynakları yapıyordu. Üstelik yaptığı işi çok seviyor, çok da iyi yapıyordu. Aile olacağız, çocuklara bakacak anne-baba yok başımızda, yavrucaklar bakıcı elinde mi büyüsünler dedim. Öğretmen olursa rahat rahat bakar çocuklarına, hem çalışma saatleri de iyi, yılda 4 ay tatilleri var gibi bir sürü anlamsız düşünceye kapıldım.

Bir de bizim ailede, kardeş grubunda da yaygın meslek; ablam ve yengem (abimin eşi) öğretmen, hayatlarından da çok memnunlar. Dedim eşinin öğretmen olması iyidir. Zaten İnsan Kaynakları yapmasına rağmen asıl mesleği de İngilizce öğretmenliği. Neyse biz kayınpederle de işbirliği yapıp hiç istemediği halde öğretmenlik yapması konusunda baskı yaptık karıma. O garibim de hayatındaki en önemli iki erkeği dinledi.

Ama kazın ayağı hiç öyle göründüğü gibi değilmiş. Meğer bir sürü derdi varmış öğretmenlerin ve doğal olarak da öğretmen eşlerinin.

Öğretmek – Her zaman Her Yerde:

ay-didint-do-det-yigit-ozgur

Öğretmenlerin en önemli problemleri, sürekli ama sürekli öğretme istekleridir. Öğretme virüsü artık nasıl bir virüsse ve beynin neresine etki ediyorsa, hayatın her anında birilerine bir şey öğretme peşindedirler.

Mesela birlikte restorana gidersiniz, garsona servis yapmayı öğretirler:

“Yalnız çay servisini çocukların üzerinden yapmıyoruz. Nasıl yapmıyoruz? Çocukların üzerinden yapmıyoruz.”

Örnekleri arttırmaya çalışayım. Bir taksi şoförüne “Biraz hızlı gitmiyor muyuz?” ya da “Araba bağırıyor mu sanki?” diyebilir. Hatta daha da ileri gidip “Frene abanmayalım hemen, vites düşürüp, motor freni yaptıralım arabaya gerekirse” derse bir gün, şaşırmam.

Bunu yaparken de, öğretecekleri kişinin mesleğine, tecrübesine, yetkinliklerine veya o an içinde bulunduğu duruma bakmazlar. Üstelik meslek grubu ayrımları da yoktur.

Eve gelen ustadan, doktora; apartman temizlik görevlisinden, avukata kadar yakaladıkları herkese bir şey öğretmeye çalışabilirler. Muhtemelen, bunların hepsi bizim öğrencimiz olabilirdi diye düşünüyorlar.

Senin için zirve ne derseniz, dünyada tiroid ameliyatı konusunda sayılı doktorlardan olan Prof. Dr. Mete Düren’e akıl vermesidir derim.

E tabi, herkese bir şey öğretme gayretindeki insanın, kocası olmayı varın siz hayal edin.

İçerideki ses düzeyi devamlı duyma bozukluğuna yol açabilir:

Yüksek sesle konuşmak, öğretmen camiasının kronik hastalığıdır.

içerideki-ses-duzeyi

En arkada oturan (muhtemelen de sınıfın en haylazı olan) tembel öğrenciye sesini duyurabilmek için, sınıfta sürekli bağırdıklarından, normal hayatta da ses seviyelerini ayarlamakta sıkıntı yaşarlar. Maalesef evde de bu ses seviyesi devam eder.

O çıtı pıtı, 45 kilo kadından nasıl sürekli böyle bir ses çıktığını anlamak mümkün değil gerçekten ve evet kalıcı duyma bozukluğum var benim.

Öyle konuşmuyoruz Mehmetciğim:

Öğretmen eşi olunca, karınızla ağız tadıyla kavga edemezsiniz. Bir dünya haylaz çocuğu idare etmiş kadın, sizi mi idare edemeyecek? Üstelik öğretmenlik artık damarlarına işlediğinden olsa gerek, bir şekilde punduna getirerek, sizi bir öğrencisi konumuna sokar.

Sesinizi yükseltseniz, “Ama bağırmadan konuşuyoruz hayatım” der, azıcık bir argo kullanmaya kalksanız, “Öyle konuşmuyoruz ama Mehmetciğim, değil mi?” diye püskürtür sizi. O sakin ama içten içe otoriter tavır karşısında tamamen çaresiz kalırsınız. Hatta öyle bir noktaya gelirsiniz ki, bir bakmışsınız konuşmak için parmak kaldırıyorsunuz.

O yüzden bir öğretmen eşi olarak tavsiyem onlarla asla tartışmaya girmeyin. Moğol hükümdarı Timuçin’in dediği gibi “Ancak ahmaklar ve aptallar kaybedecekleri savaşta direnirler”. Direnmeyin, zevk almaya bakın.

 

Allah cezasını versin o ders programını yapanın:

Her sene başında bir ders programı sıkıntısı baş gösterir öğretmen camiasında. İstisnasız hepsi yeni yıldaki programdan rahatsızdır ve tuhaf bir şekilde kendileri dışındaki bütün öğretmenlerin programı çok iyidir.

Dersleri erken başlar, sabahın köründe gidiyorum diye şikayet ederler. Dersleri geç başlıyorsa, bütün günün içine edilmiş olur. Boş günleri varsa, diğer günler çok yoğun diye dertlenilir; boş gün yoksa da yok diye. Az dersleri olan gün nöbetçi olurlarsa, boşu boşuna okulda kalmış olurlar. Yoğun günde nöbetçilerse de, bu sefer o kadar yorgunluğun üzerine bir de nöbet tutmuş olurlar.

Ve siz anlayışlı bir eş olarak, her program döneminde öncelikle saatlerce yukarıda anlatılanları dinlemeli, sonra da onunla beraber programı yapanların kulaklarını çınlatmalısınız.

Biraz daha uğraşsam hatırlayacağım ama:

Her dönem yüzlerce öğrenci ile muhattap olduğundan olsa gerek, isim hafızası biraz problemlidir öğretmenlerde. Özellikle sevdikleri veya gıcık oldukları öğrencilerin dışındakilerin adlarını ezberlemezler ve bu durum özel hayatlarına da yansır. Çok çok yakın olmayan eş dostun dışında kalan insanların suratlarını bilirler ama isimlerini hatırlamazlar.

Yaşanmış bir örnekten gidelim. Eşimin çocukluk arkadaşı, erkek kardeşi ve onun eşi bize geldiler. Sabah kahvaltı yaptık, bütün günü beraber geçirdik. Akşam misafirler gidince sordum ben (ayıp olmasın diye yazıda isimlerini değiştiriyorum):

“Aşkım Mert ile Burcu ne zaman evlenmişti?”

“Ben öyle birilerini tanımıyorum ki”

“Keşke tanışsaydın. Sabah bizde kahvaltı ettik beraber, bütün gün de birlikteydik.”

Öğretmenler biriyle karşılaştıklarında yüzlerinde, seni tanıyorum ama adını vallahi çıkartamıyorum ifadesi vardır. Eğer bir öğretmen arkadaşınızla karşılaşırsanız, ona yapacağınız en büyük iyilik ilk fırsatta kendi adınızı cümle içinde kullanmak olur. Örneğin:

“Selam canım naber, eşin nasıl?” (Hem senin hem de eşinin adını hatırlamıyorum demek bu)

“Sağol canım Aslı da iyi. Hatta geçen gün sizden bahsettik. Murat ne kadar uzun zaman oldu Özlemler’le görüşmeyeli değil mi dedi”

O isim olmaz:

İsimle ilgili bir diğer problem de çocuğunuz olacağı zaman yaşanır. Doktorunuz cinsiyeti söylediği andan itibaren yeni bir dram başlar.

“Burcu olsun mu?”

“Ayyyy geçen sene Burcu diye bir öğrencim vardı, o kadar gıcıktı ki, istemem”

“Buket’e ne dersin?”

“Bu sene bir Buket var, salağın önde gideni, asla olmaz”

“Elif?”

“Bütün Elifler yaramaz oluyor, derste de çok konuşuyorlar”

Öğrencisi olmayan bir isim bulmanız biraz zaman alacaktır. Onu da sevecekleri meçhuldür. Eş olarak size Allah kolaylık versin.

High Season (Türkçesi: Hay sizin…):

Öğretmenler diğer çalışanlar gibi kafalarına göre izin kullanamazlar. Genel kanının aksine 4 ay değil 2 ay yaz tatilleri vardır ve o tatil de Temmuz başında başlar ve Ağustos sonunda biter. Ve sizin ailecek yapacağınız yaz tatilinizi, High Season diye adlandırılan bu dönemden başka bir zaman dilimde yapma şansınız yoktur. Bildiğiniz gibi de fiyatların en yüksek olduğu dönem bu dönemdir.

“Bodrum Eylül’de çok güzel olur. Fiyatlar da düşüyor.”

“Vallaha mı? Hiç bir fikrimiz yok. Biz Bodrum’u Eylül’de hiç görmedik ki.”

Bir de öyle hani sizin şirket bir resmi tatilin sonrasını zorunlu tatil falan yaparsa, o tatili paşa paşa evde geçirirsiniz öğretmen eşi olarak. Maalesef öğretmenler o arayı yıllık izinlerinden kullanıp birleştiremezler.

“Bugünkü aklım olsa, öğretmen olurdum valla”:

Özel sektörde çalışan kadın arkadaşlarınızdan sürekli bu cümleyi duyarsınız. Öğretmenin bir yılda aldığı maaşı bir ayda alan (ki ondan bile mutlu olmayan), kariyer hırsıyla altındakilerin canını çıkartıp, üstündekilerin altını oymaya çalışan panter ablalar, sürekli öğretmenliğe öykünürler.

Bir kere bu mesleğin çok kolay olduğunu düşünürler:

“Ayyy ne güzel, haftada 30 saat derse giriyorsunuz, ben bazen günde 30 saat çalışıyorum.”

Yine kariyer hırsıyla, şirket içi eğitimler için gönüllü olarak eğitmen olan bu kadınlar, maksimum 20 kişilik, hepsi kariyerli ve öğrenmeye gelmiş gruba eğitim verirler. Genelde de bu eğitimler bir otelin toplantı odasında, klimalı ortamda, bütün gün çay-kahve ve cookie servisi yapılarak geçer. O panter ablalar aynı günün akşamında pestilleri çıkmış halde, bu durumdan da şikayet ederler. 50 kişilik, yarısı uyuyan, yarıdan fazlasının kitabının olmadığı, sürekli goy goy ve gürültü yapan sınıfta 2 saat derse girin de görelim bakalım.

Tabi eşiniz artık bu muhabbetten çok sıkıldığı ve mücadele etmeyi bıraktığı için de bu durumu savunmak koca olarak size düşer.

Bir akşam eğlencesi – Birlikte sınav kağıdı okumak:

Öğrenciyken bir çoğunuzun başına gelmiştir. Ama kopya çekerek, ama tesadüfen birebir aynı sınav kağıdını verirsin arkadaşınla. Gel gör ki sonuçlar açıklanınca bir de bakarsın ki arkadaşın 9 alırken sana 6 vermiş hoca (evet yüksek notu öğrenci alır, düşük notu öğretmen verir). Ve buna bir türlü anlam veremezsin. Onun sebebi şu cümlede saklı:

“Aşkımmmm, kocacığımmm, sınav kağıtlarını okumama yardım eder misin? Lütfeeen”

İşte o 6’lık kağıdı vicdansız öğretmen okurken, 9’luk kağıdı insaflı koca okumuştur.

Sonsuz yalnızlık – Çocuğunuzun okuldaki ilk ve son günleri:

Çocuklar belirli bir yaşa kadar, okulun ilk gününde ve karne de aldığı son gününde anne babalarını yanlarında isterler. Özellikle de günümüz çocukları. Zira bizim zamanımızda böyle bir şey yoktu. Hatta benim bununla ilgili dramatik sayılabilecek bir anım var.

İlkokul 1. sınıfın ilk gününde annem beni (kendisi de 3. sınıfa giden) üst kat komşumuzun kızına emanet edip yollamıştı okula. Bana da “Güzel güzel git okuluna, zil çalınca da eve dön” demişti. Yalnız hangi zil olduğu ile ilgili bir bilgi vermemişti. Ben de girdim sınıfa, ilk çalan zille beraber de çıktım eve gittim. Ancak bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. Sadece bana özel bir uygulama yapılıyor olamazdı ama bir tek ben çıkmış gidiyordum. Eve gelince aşağıdan zile basıp, annemden bir onay almak istedim. Balkona çıkıp beni gören annem şoka girmiş şekilde “Sen niye geldin bu saatte” diye çığlık atınca anladım durumu. O zil okuldan çıkılacak zil değil, ilk ders sonundaki teneffüs ziliymiş demek ki. Kardeşim eksik bilgi veriyorsun, sonra da çığlık atıyorsun.

Ben tırıs tırıs geri döndüm okula, ezile büzüle girdim sınıfa. Öğretmenim “5 yıl boyunca uğraşacağımız bir gerizekalımız var, hayırlı olsun” demiş midir bilmiyorum. Ama demişse de sonra pişman olmuştur. Zira o gerizekalı hırs yapıp, okuldan Anadolu Lisesi’ni kazanan tek çocuk olmuştu 5 yılın sonunda.

Neyse dediğim gibi zamane çocuklarını iki yaş büyük başka bir çocuğa emanet edip yollayamıyoruz artık. Zaten mahalle mektebine giden çocuk da kalmadı neredeyse. Öyle olunca okulun ilk günü mecburen bizim de gitmemiz gerekiyor.

Ama öğretmen eşiyseniz bu işi yalnız yapmak zorundasınız. Çünkü onun da karşılayıp derse sokacağı kendi öğrencileri var. Aynı şekilde karne gününde de benzer bir durum yaşanıyor tabi. Dünyada sadece sizin çocuğunuz karne almadığına göre, eşinizin de başka çocuklara karne vermesi gerekiyor aynı gün.

Peki hep dert hep gam mı öğretmen eşi olmak? Tabi ki hayır. Bir dünya da güzel tarafı var.

Çocuk da yaparım öğretmenlik de:

Öğretmen anneler dünyanın en kutsal iki mesleğinde (öğretmenlik ve annelik) çift anadal yaparlar aslında. Formasyon eğitiminin de katkısıyla, bence dünyanın en mükemmel anneleri olurlar. Doğum sonrası, ücretsiz izin de eklendiğinde, neredeyse bir buçuk yıl kadar bebekle başbaşa olabilir öğretmen anne. Sonrasında da çalışma saatleri biraz daha rahat olduğundan, yavrularınızı sabah 8 akşam 8, yabancı bir bakıcıya teslim etmemiş olursunuz.


Üstelik çocuğunuz büyüyüp okul çağına geldiğinde de derslerine yardım edecek bir öğretmen, 24 saat evde olur, özel derse para vermezsiniz. Ha bir de bizim gibi ailelerin kabusu olan okul seçme süreci var tabii. Evin Milli Eğitim Bakanı olması sebebiyle bırakırsınız bu işi de ona, sen sağ ben selamet.


Güzellik:

Bu belki biraz İngilizce öğretmenlerine özel bir durum ama bence İngilizce öğretmenlerinin yüzde doksanı güzel olur. Valla bakın. Erkek okurlar şöyle bir hafızalarını yoklasınlar. Lisede İngilizce öğretmenine aşık olmayan var mı aranızda (Sema ve Nilüfer hocalarımın kulakları çınlasın). Eşimin de hem kendisi, hem üniversiteden sınıf arkadaşları, hem de çalıştığı okullardaki arkadaşları Allah için hep güzeldirler.

 

Gurur:

Bağdat Caddesi’nde veya bir alışveriş merkezinde, karşıdan gülerek gelip eşiniz boynuna sarılır bir genç.

“Hocam nasılsınız? Ben Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum, şimdi de staj yapıyorum. Bana lisedeyken çok destek oldunuz, hakkınızı ödeyemem.”

İşte o anda, eşinizin gözünden, mutluluk ve gurur kaynaklı iki damla yaş akar. Sanıyorum o an, öğretmenin ve eşi olarak sizin, çektiğiniz bütün çilelerin karşılığını fazlasıyla alındığınız bir andır. Bu gurur da başka hiç bir meslek grubuna nasip olmaz.

Sevgili eşime ve bugüne gelmemizde büyük emekleri olan tüm öğretmenlerimize sevgi ve saygıyla…

 


“Kitap” bilmecesinin cevabı:  Jennifer görme engellidir.  Okuduğu kitap görme engelliler için özel, kabartmalı bir kitaptır.  


 

Karikatürler: Erdil Yaşaroğlu, Yiğit Özgür

CEVAP VER

GÜVENLİK KODU *